Onlarla Milas’ın Gürçamlar köyüne yakın ormanlık bir alanda karşılaştım. İkisi akraba, Sivaslı üç gençti. Ali Barut Coşkun 40, Ziya Coşkun 37 ve Ziya Yıldırım 39 yaşındalardı. Kovanlarını dokuz ay boyunca oradan oraya taşıyarak bal üretiyorlardı. On beş günde bir sırayla ailelerini görmeye gidiyor, yazın ise iki ay Sivas’ın İmranlı ilçesindeki köylerine Kapımahmut’a dönüyorlardı.
Ziya Yıldırım, eşi Özlem, on beş yaşındaki oğulları Deniz, üç yaşındaki kızları Damla ve Ziya’nın annesi Vahide Hanım ile birlikte Kapımahmut köyünde iki ay boyunca çiçek balı üretiyordu. Üç arıcı kendilerini sürgün olarak görüyordu.
Onların yaşamlarına, sürgünlüklerine dokunurken gördüm ki aslında Kapımahmut köyü büyük acılarla gelen başka “sürgünlere” de sahne olmuştu 1990 yılından önce 130 hanede 3 bin kişi yaşarken, 90 yılından itibaren özellikle İstanbul, İzmir ve Ankara’ya göç başlamıştı. Köyde kışın sadece muhtar kalıyordu.
Göç edenler, ‘bari mezarımız köyümüzde olsun’ diyerek cenazelerini burada defnediyorlar. Nakil sırasında kullanılan tabutlar artık öğrencisi olmayan okulda depolanıyor, çoğaldıkça topluca yakılıyordu.
Köyün tarih sayfalarını aralayınca 1918-1921 yılları arasında Koçgiri İsyanı ile karşılaştım. “Ermeni Tehciri”ni gördüm. Ziya’nın annesi Vahide Hanım bir gün aşiretlerinin Dersim’den buraya göç hikayesini anlattı. Geçmişi acılarla yoğrulmuş bu köy, yaz boyu bol miktarda bal üretiyordu.